Türkiye’den gelen suyun nasıl yönetileceği ve işletileceği konusunda tartışmanın geldiği nokta bir yandan hükümetin ciddi bir yönetim zaafiyeti içerisinde olduğunu, diğer yandansa Türkiye ile KKTC arasındaki ilişkilerin ne kadar sağlıksız bir zeminde ilerlediğini göstermektedir.Tartışmanın seyri ve yapılan açıklamalar, Türkiye’den gelen suyun çok iyi ve akılcı şekilde yönetilmesi ve işletilmesi için bir ortak akıl üretmek yerine, devlet ciddiyetinden uzak, popülist ve parti içi kavgalara dayalı eski siyaset anlayışı nedeniyle ülkemize zaman, enerji ve itibar kaybettirildiğini göstermektedir.
Bu kadar zamandır ülkemize geleceği bilinen suyun hem nasıl yönetileceği hem de nasıl işletileceği konusunda kendi üzerine düşen hazırlığı yapmayan, son ana değin herhangi bir karşı öneri geliştirmeyen eski siyaset anlayışına sahip yöneticiler, irademize değil sahip çıkmak, gerçek anlamda zarar verenlerdir.Gelinen aşamada Türkiye yetkilileriyle yürütülen antlaşma müzakeresi açısından açıklığa kavuşturulmayan birtakım önemli noktalar vardır. İki devlet arasında yürütülecek olan antlaşma müzakerelerinde uluslararası hukuk çerçevesinde uyulması gereken birtakım kurallar vardır.Her şeyden önce bu müzakereyi devlet başkanı, hükümet başkanı ya da dışişleri bakanı dışında bir bakan yürütecekse yapacağı müzakere konusunda Bakanlar Kurulu tarafından yetkilendirilmesi gerekir. İlgili Bakan, hükümetin kendisine çizmiş olduğu sınırlar dahilinde kalarak hareket etmek durumundadır.Hükümetin, ilgili Bakana yapacağı müzakere sonunda “mutabakata varma ve imzalama yetkisi” verip vermediğinin de bilinmesi gerekir.Bu yetkilendirmenin içeriğinin ne olduğu bugüne değin kamuoyu ile paylaşılmış değildir.İlgili Bakanı bu müzakereleri yürütmek üzere partisi değil, hükümet yetkilendirebilir.İlgili Bakanın yaptığı müzakereyle ilgili olarak sorumlu olduğu yer Bakanlar Kurulu ve Başbakan’dır.
Su konusunda yapılan görüşmelerin sonucunun hükümet için neyi ifade ettiğini, varıldığı söylenen mutabakatın verilen yetki ile uyumlu olup olmadığı konusunda hükümetin ne düşündüğünü henüz kamuoyu anlayabilmiş değildir.Şu anda var olan görüntü hükümetin su konusunda talebinin ve duruşunun ne olduğunun belli olmadığıdır.Hükümet ortağı bir partinin ilgili organı dilediği konuda dilediği değerlendirmeyi yapıp, kararı alabilir. Ancak ilgili Bakan, Başbakan’a karşı sorumlu olması gereken ve Bakanlar Kurulu’nun kendisine verdiği yetki çerçevesinde müzakereyi yürütmek zorunda olan Halk tarafından seçilen bir milletvekilidir. Türkiye ile olan ilişkilerde herhangi bir yetki belgesine gerek olmaksızın bizi temsil edebilecek olan devlet başkanı, hükümet başkanı ve dışişleri bakanı yanında bu örnekte olduğu gibi yetki alarak temsil eden ilgili Bakan’ın yetkileri dahilinde kalıp kalmadığını, bir mutabakata varma yetkisiyle donatılıp donatılmadığını, müzakere sonucunda bir mutabakata varıp varmadığını hükümet ortağı parti yetkililerinden değil hükümetten duymak istiyoruz.
Bu sorularımıza verilecek cevaplar son derece önemlidir. Zira uluslararası hukuka göre yetki aşımına dayanan(ultra vires) mutabakatlar geçerli değildir.İlgili Bakan’ın kendisine hükümet tarafından verildiğini varsaydığımız yetkisini aşıp aşmadığını hükümetten duymak istiyoruz.
Yaşanmakta olan bu tartışmalarla ilgili olarak Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği tarafından bu içerikte bir açıklama yapılmasını, özellikle de ülkemizde belirli bir konuda yetkili olan kurumun hangisi olduğunu öğreten bir yaklaşım sergilenmesini yerleşmiş diplomatik kurallar çerçevesinde doğru bulmuyoruz.Öte yandan Türkiye’nin su konusunda bir uzlaşmaya varılması için karşısında müzakere edebileceği yetkili bir muhatap bulmak istemesini anlıyoruz. Ancak Türkiye’nin muhatabı hükümet olmalıdır, bir siyasi parti başkanı ya da organı değil.Şu anda bir yandan Türkiye’den diğer yandansa hükümet ortağı parti yetkililerinden gelen açıklamaların Türkiye ile KKTC arasındaki ilişkilerin ne kadar sağlıksız bir zeminde ilerlediğini göstermektedir.Türkiye’den gelen suyun çok iyi ve akılcı şekilde yönetilmesi ve işletilmesi için bir ortak akıl üretmek yerine, devlet ciddiyetinden uzak bu popülist ve parti içi kavgalara dayalı eski siyaset anlayışı ülkemize zaman, enerji ve itibar kaybetirmektedir.
Öte yandan su konusundaki müzakerenin KKTC adına bir Bakan ve Türkiye Cumhuriyeti adına ise müsteşarlar tarafından yürütülüyor olması da ayrı bir anomali olarak karşımızda durmaktadır. Hükümet, bu türden bir müzakerenin neden Türkiye’deki ilgili Bakanlık ile Kıbrıs Türk tarafı adına görevlendirilecek Bakan arasında, eşitler arasında yapılmadığını da bizlere izah etmelidir.Bunun yanında Türkiye’nin bu konuda KKTC ile ilişkilerini eşitler düzeyinde kurmaktan uzak tutumunu da sağlıklı bulmuyoruz.
Bizler Türkiye’den gelen suyun idaresinin KKTC makamlarında olması gerektiğini savunuyor, işletilmesi konusunda ise Programımızda açıkladığımız şekilde karma bir model öneriyoruz. Ancak projenin hayata geçirilmeye başlamasından itibaren iktidara gelen hükümetlerin bu noktada Kıbrıs Türk toplumunun tezlerini ve iradesini zayıflatacak şekilde öngörüsüz davrandıklarını, konuya hassasiyetle yaklaşmadıklarını ve bu hataları örtbas etmek için erken seçim havası yaratmaya çalıştıklarını herkesin görmesi gerektiğini düşünüyoruz. Halkın Partisi dün yaptığı açıklamada, kurumlarımızın Türkiye ile kurduğu ilişkilerdeki dengesizliklere dikkat çekerek programında da yer verdiği şu saptamayı ve öneriyi yapmıştı: “Türkiye ile olan her nevi ilişkinin kamu kurumlarımızın dahiliyeti ile çözülmesinde muhataplar arasındaki dengenin sağlanması için Türkiye’nin mevcut bakanlığı olan Kıbrıs İşlerinden Sorumlu bakanlığına muadil müstakil bir koordinasyon bakanlığı oluşturacağız.” Yaşanan bu olaylar, ülkemizde bunca yıldır eski siyaset anlayışı tarafından yaratılan yönetim zaafiyetinin ortaya koyduğumuz yeni siyaset anlayışıyla düzeltilebileceğini çok daha net şekilde kanıtlamaktadır.