Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, hükümet olarak Kapalı Maraş konusunda aldıkları kararlar ve atılan adımlarla yıllardır süregelen bir ezberi ve Rum tarafının da dengesini bozduklarını söyledi. Özersay, bir yandan doğu Akdeniz’de doğal gaz konusunda sahada atılan dengeleyici adımlar, diğer yandan Kapalı Maraş konusunda ortaya konulan yeni yaklaşım ve BM Barış Gücü’nün statüsünün sorgulanması gibi yeni ve farklı bir politika ile yerleşmiş kalıpların dışında, ezber bozan hamleler ile statükodan memnun olanları rahatsız ettiklerini vurguladı.
Özersay Kapalı Maraş konusunda şu açıklamaları yaptı: “Bu kadar yıl bir ezber devam etti; Kıbrıs’ta kapsamlı çözüm olacak, bir müzakere kozu olarak Kapalı Maraş toprak ayarlaması bağlamında verilecek şeklinde bir ezber vardı… Kapsamlı çözüme endekslendiği için Maraş hayalet şehre dönüştü. Bir konuyu kapsamlı çözüme bağladığınızda içi boşalıyor konunun. O mesele çürüyor. Geçmiş yıllarda aynı şey kapalı Maraş’ın bir güven yaratıcı önlem olarak ele alınmasında da yaşandı ve bu da bir ezbere dönüştü, sonuç alınamadı. Bu hükümet döneminde Kapalı Maraş’la ilgili bir ezberi bozduk. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni uluslararası hukuka daha bir yaklaştıracak, tek taraflı bir adımla bir açılım yaptık. Atacağımız adımın hazırlığına başladığımızı söyledik. Kıbrıs Rum tarafına karşı bugüne kadar müzakere masasında verdiğimiz karşı öneri ve paketlerin haricinde, onların dengesini bozan ne yaptık şimdiye kadar? Kapalı Maraş onların dengesini bozan bir hamledir. Diğer bir hamle ise Doğu Akdeniz’de kazı aşamasına gelmiş olmamızdır. Rum tarafının rahatını ve huzurunu kaçıracak olan bu ve buna benzer adımlardır. Ara bölgedeki Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün statüsünün değişmesi gündeme geldiğinde de Rum tarafının keyfi kaçmıştır, dengesi bozulmuştur. Buna benzer şeyler yapmadığımızda hiçbir şeyin değişmemesine katkı yapmış oluyoruz. Eğer biz statükonun tekerine çomak sokmak istiyorsak dengeleri değiştirecek, ezber bozan adımlar atmak zorundayız. Bundan sonraki adım BM Barış Gücü’nün statüsünün değişimiyle ilgili tartışmayı ileriye taşımaktır. Doğalgazda kazı aşamasına geldiğimiz halde güç kullanmıyor, gel işbirliği yapalım diyoruz. Bu önemli bir dış politika hamlesidir.”
“Kapalı Maraş’ta 1980’lerde yaptığımızı tekrar etme düşüncemiz yoktur”
“Bugün hükümet olarak aldığımız karar, Kapalı Maraş’ı kendi vatandaşımızın iskanına açma kararı değildir. Oranın eski sakinleriyle evkafın mülkiyet ve tasarruf haklarına halel gelmeksizin bir çözüm üreteceğiz.” diyen Başbakan Yardımcısı Özersay, Kapalı Maraş’ta 1980’lerdeki gibi bir hamle yapmadıklarını anlattı: “550 sayılı Güvenlik Konseyi kararına bakarsak, bize tepki olarak alındığını görürüz. Kararda; Maraş’ın eski sahiplerine BM yönetimi altında iadesinden bahseder. Çünkü biz o tarihte kendi vatandaşımızın iskanına açmaya kalkıştık Maraş’ı. Eğer 1974’te 2. harekattan sonra Kapalı Maraş’a da güneyden gelen göçmenlerimizi yerleştirmiş olsaydık bugün böyle bir tartışma yaşamazdık, Güvenlik Konseyi de böyle bir karar almış olmazdı. Kuzey Kıbrıs’ta terkedilen Kıbrıs Rum mallarına göçmenlerimizi yerleştirdiğimiz gibi ya da Rumların kendi göçmenlerini Kıbrıslı Türklerin mallarına yerleştirdiği gibi. Bunun bir mantığı vardı. Ama biz 1974’te orayı iskana açmadık ve kapalı tuttuk. Oranın yeni sakinleri olmadı. 10 yıl sonra buraya ihtiyacımız var iskana açıyoruz dediğimizde güvenlik konseyi bir reaksiyon gösterip burayı açamazsınız dedi. Mülkiyet hakkı bağlamında da sıkıntılı bir durum ortaya çıkmıştı. 1974’te olsa çıkmazdı, aynen Kuzey Kıbrıs’taki taşınmaz mallarda çıkmadığı gibi. Çünkü insani bir mesele, bir ihtiyaç vardı.” Özersay, Dışişleri Bakanı olarak Kapalı Maraş konusuyla ilgili olarak yürürlüğe koyulacak politikada Kıbrıs Rum lideri Anastasiades’i muhatap almayacaklarını söylemesinin tepkiye neden olduğunu ancak sonuç çıkmayan hiçbir ezberi tekrara niyetlerinin olmadığının altını çizdi. Maraş’ın eski sakinlerinin muhatap ve paydaş olduğunun da altını çizen Özersay, sürecin hızla devam edeceğini söyledi.
“50 yıllık müzakerelerde aynı şeyi yaparak farklı sonuçlar elde edemeyiz”
Özersay, “50 yıldan uzun bir süredir devam eden Kıbrıs müzakerelerinde aynı şeyi yaparak farklı bir sonuç elde edemeyiz. Bu kadar yıldır iki tarafın tamamen farklı şeyi anladığı federal ortaklığı görüştük ve bir sonuca ulaşamadık. Yine federal ortaklık görüşmesine oturursak o masada çakılıp kalırız. Bu işin mantığında bir yanlış vardır artık bunu görmeli ve ortaklığın şekline ilişkin olarak daha sorgulayıcı bir yaklaşım ortaya koyabilmeliyiz” dedi. 2017’de Crans-Montana’da süreç çöktüğünde, “Bu zihniyetle federal ortaklık olmaz. Federal ortaklık için yönetimi de zenginliği de paylaşmaya hazır iki taraf olması lazım” görüşünde herkesin birleştiğini hatırlatan Başbakan Yardımcısı Kudret Özersay, “Eğer Kıbrıs Rum tarafında federasyon kurma bağlamında bir zihniyet değişimi olmadıysa, bu zihniyet değişimi olmadan yeniden müzakere masasına oturmak bizi nereye götürecek? Neden şimdi yeniden müzakereye başlanıyor?” diye sordu. Aynı nedenlerle 2018’de de bir müzakereye angaje olunmadığını söyleyen Özersay, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile Rum Lider Anastadiades’in son görüşmesinin tutanakları incelendiğinde Rum tarafına hala aynı zihniyetin hakim olduğunun somut bir şekilde görüldüğünü dile getirdi. Özersay; “Tutanaklarda Kıbrıs Rum Liderlerinin yönetimi bizimle paylaşmaya hazır olmadığını görüyoruz. Dönüşümlü başkanlığı kabul etmiyor. Siyasi eşitliğin en önemli unsurlarından birisi olan karar alma konusunda illaki Kıbrıslı Türklerin de ‘evet’i gerekir noktasını kabul etmem diyor. Bir takvimi de kabul etmiyor; ‘bir başlayalım da bakarız’ diyor. Geçmişteki yakınlaşmaları da sorguluyor. Yetmiyor; başka bir Guterres belgesinden bahsediyor. Bu unsurların tamamına baktığınızda gördüğümüz net bir şey var; yönetimi paylaşmak anlamında bir zihniyet değişikliği yok. Soru şudur; 2017’den 2018’e bir zihniyet değişikliği olmadığı için müzakereleri başlatmadıysak 2019’da neden başlatıyoruz o zaman? Neden şimdi? Bu bize neye mal olur? Bütün samimiyetimizle, cesaretle ve kendi iç tutarlılığımızı bozmadan uluslararası aktörlere durumu anlatmamız gerekir. Kıbrıs Türk halkına da bu çerçevede konuşmak doğru mesajı vermek gerekir.” dedi.
“Vatandaşa umut pompalamak kolay, önemli olan doğruyu cesaretle söylemek”
“50 yıllık bir çözümsüzlük ve 50 yıllık bir çözüm içermeyen müzakerede vatandaşa umut pompalamak kolaydır, mesele doğru olanı söylemek” şeklinde sözlerine devam eden Kudret Özersay, “Ben görüşmeye karşı değilim. Yapılacak görüşmelerde muhatabımıza ve Birleşmiş Milletler’e ‘Bütün yolları denedik, denemediğimiz, değiştirmediğimiz tek şey bu ortaklığın türüdür; federal ortaklıktır. Madem ki mevcut şartlar benim ortağım olacağını söyleyen Kıbrıs Rum liderliğinde benimle zenginliği ve yönetimi paylaşmaya hazır değil o zaman daha farklı bir ortaklığı konuşmak lazım’ diyebilmeliyiz. Kıbrıs müzakerelerinde zemin denilen şey iki tarafın üzerinde uzlaştığı şeydir. İki taraf uzlaştığı için iki toplumlu, iki bölgeli federal ortaklık görüşüldü bugüne kadar. Aynı şeyi söyleyip farklı anladığımız da aşikar. Elbette görüşme de olacak, temas da. Önemli olan, bu görüşmeler sırasında ne konuştuğumuzdur. Biz bu görüşmeler sırasında 2017’de çöken müzakeredeki kağıtlar üzerinden konuşmaya devam edersek, olayın felsefesini, mantığını sorgulamazsak yine Guterres kağıdı, yakınlaşma belgeleri, ortak açıklama dersek varacağımız nokta yıllardır vardığımız noktadan daha farklı değildir. Aynı şeyi yaparak farklı sonuca gidemeyiz. Hiçbir şey değişmeden o masaya oturmak bu halka yapılan bir haksızlıktır. Bu tekrar bir hayal kırıklığı yaratır. Bu ülkenin Dışişleri Bakanı olarak bu uyarıyı yapıyorum. Bu ülkede sivil toplum da medya da vatandaş da diğer siyasi aktörler de bu ülkenin Dışişleri Bakanı da tabii ki dış politikayla ilgili yorum yapabilir, eleştiride bulunabilir” diye konuştu.
“Statükoyu değiştirmenin tek yolu federal ortaklık değildir”
Başbakan Yardımcısı, Doğu Akdeniz’de 2011’den itibaren atılan adımların ve izlenen politikanın bölgedeki dengeleri eşitlediğini dile getirdi. Özersay, gelinen noktada kapsamlı çözümü beklemeden masaya oturulup doğalgaz konusunda işbirliği yapılabileceğinin de altını çizdi:
“Statükoyu değiştirmenin yegane yolu federal ortaklık değildir. Bunu 50 sene de anlamış olmamız gerekir. Eğer Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Türk tarafı lisans vermemiş olsaydı, sismik araştırma yapmamış, kazı yapma noktasına gelmemiş, sahada bu dengeyi kurmamış olsaydı Kıbrıslı Rumların yarattığı fiili durumu dengeleyecek adımları atmamış olsaydı bugün gerçekten bir tehlikeyle karşı kaşıyaydık. Çünkü bu tür uyuşmazlıklarda taraflardan birisi kendisini çok dezavantajlı bir durumda hissederse, haksızlığa da uğruyorsa, kendine ait kaynaklar elinden alınıyor ve bir şey yapamıyorsa o zaman güç kullanma yoluna gidebilir. Şu anda Doğu Akdeniz bölgesinde bu durum yoktur. Çünkü 2011 yılından itibaren bir politika ortaya koyuldu. O dönemde bu politikanın şekillendirilmesinde yer aldığım için söylüyorum. Politika şuydu; madem ki Rum tarafı bunu yapıyor, biz de karşısına geçip güç kullanmaktan bahsetmeyelim, biz de aynısını yapalım. Hakkımız değil mi? Hakkımız… Lisans mı veriyorsun, sismik araştırma mı yapıyorsun, ben de yapıyorum. Kıta sahanlığı ve benzeri anlaşma mı yapıyorsun, ben de imzalıyorum. Bunları geçen 8 sene içinde yapmasaydık, bugün Doğu Akdeniz’de bir çatışma riski çok yüksek olurdu. Sahada denge kurulmuştur. Bu paradigma değişikliğine giderek bir denge kurabildiğimiz için de önemli bir risk görmüyorum bu bölgede. Bu bölgede çatışma olmasını zaten istemeyiz. Bu bölgede bir gerginlik olmasın diyorsak, biraz daha yaratıcı olmak gerek. Kıbrıs Rum tarafını bizimle işbirliği yapma noktasına getirecek birden fazla faktör vardır. Uluslararası toplum, ‘Bölgedeki riskleri ortadan kaldırmak için Kıbrıslı Türklerle bu konuda anlaşın’ derse bütün dengeler değişir ve bir işbirliği yapılır. 2004 yılında AB’ye girmeden önce de ‘Çözüme evet derseniz AB’ye üye olursunuz’ deselerdi Kıbrıs sorunu çözülürdü zaten. Doğalgazla ilgili de uluslararası aktörlerin bir sorumluluğu var. Masaya oturulmasını sağlamazlarsa biz Kıbrıslı Türkler olarak Türkiye’yle de istişare halinde tabii ki bazı adımlar atacağız. Atacağımız adımlar, Rum tarafını masaya oturma aşamasına getirebilir.”
“Devlet meselesinde küsme, alınma olmaz”
Cumhurbaşkanlığı’nın, hükümetin Ankara temaslarıyla ilgili Cumhurbaşkanına bilgi verilmediği yönündeki açıklamasını da yorumlayan Başbakan Yardımcısı, “Ben alınganlık yapmam. Devlet meselesinde küsmek, alınmak, mağduru oynamak doğru bir yaklaşım değildir. Haftalık olağan görüşmede sayın Başbakan her zaman olduğu gibi istenilen bilgilendirmeyi yapar zaten” ifadesini kullandı.
Özersay açıklamalarına şu sözlerle devam etti: “Her hükümet kurulduğunda ilk resmi ziyaret Ankara’ya olur. Anıtkabir ziyaret edilir. Hükümet kurulduktan sonra bayrama denk geldiği için gayriresmi bir İstanbul ziyaretimiz oldu. Bizim Ankara ziyaretimiz Kıbrıs meselesi odaklı bir ziyaret değildi. Konu ağırlıklı olarak ekonomi, son imzalanan ekonomik protokol ve protokolün eki niteliğindeki belgenin şekillendirilmesiydi. Hibe niteliğindeki kaynağın miktarı belliydi ama bunun nerelere, hangi oranda harcanacağı konusunda bir görüş birliği yoktu. Bu konu netleştirildi. İçerikli bir görüşmeydi. Ayrılan kaynaktan reel sektöre ne kadar harcama yapabileceğimizi belirledik. Altyapıya harcayabileceğimiz kaynak miktarını önemli ölçüde artırma imkanı bulduk. Reel sektörle altyapıya kaynağın artırılması, 750 milyonla sınırlı kalmayıp 2. bir dilim için görüşmelerin olacağının netleştirilmesi ve 2020’den itibaren aramızdaki ilişkiyi düzenleyecek protokole ilişkin çalışmaya başlamak için kararlar aldık.”