Halkın Partisi Türkiye’den gelen su ile ilgili olarak kamuoyuna yansıyan taslak antlaşma metni konusunda bir açıklama yaptı. Yapılan açıklamada Hükümetin zamanında gerekli hazırlığı yapmaması ve sürekli olarak demagojiye dayalı bir siyaset yürütmesi nedeniyle müzakerede pazarlık gücünü sürekli yitirdiğine ve Kıbrıs Türk halkına itibar kaybettirildiğine dikkat çekildi. Türkiye’den gelen suyun doğru işletilmesi ve dengeli bir uzlaşıya varılması halinde ülkenin stratejik önemini artıracağına ve ekonomik açıdan olumlu sonuçlar doğuracağına vurgu yapılırken “ancak antlaşmanın bu metin temelinde akdedilmesi durumunda olası tüm olumlu unsurlar Halk için olumsuza dönecek riskler içermektedir ve gelinen nokta Halkımız açısından da ciddi br hayal kırıklığıdır” denildi. Halkın Partisi hükümetin iyi bir müzakere yürütemediğini vurgulayarak, bu noktadan sonra hükümetin derhal ülkedeki tüm siyasi ve toplumsal paydaşlarla istişare ederek yeniden ve ortaya çıkan bu metin temelinde değil yeni ve dengeli bir metin temelinde oturup müzakere etmeye davet etti. Halkın Partisi ilgili açıklamada ayrıca “siz bunu yapacak kapasiteye ya da cesarete sahip değilseniz, o zaman o koltuklarda oturmayın, bırakın biz yaparız” ifadelerini de kullandı.
Halkın Partisi’nden yapılan açıklamanın metni şöyle:
“Halkın Partisi Türkiye’den gelen su konusunda hükümetin tam bir yönetim zaafiyeti sergilediğini, bunun da Kıbrıs Türk halkına hem pazarlık gücü hem de itibar kaybettirdiğini düşünmektedir. Maalesef hükümet zamanında gerekli hazırlığı yapmamış ve sürekli olarak demagojiye dayalı bir siyaset takip etmiştir. Bizler daha önce Parti Programımızda da açıkladığımız üzere Türkiye’den gelen suyun dengeli bir uzlaşıya dayalı olarak doğru yönetilmesi ve sağlıklı bir işletme modeliyle kullandırılması durumunda ülkemizin stratejik önemini artıracak, ekonomik açıdan da olumlu sonuçlar doğuracak bir unsur olarak görmekteyiz. Öte yandan bu sürecin en başından bu yana Türkiye ile varılacak olan uzlaşıda nelere dikkat edilmesi gerektiğine, nelerin elde edilmesine odaklanılması gerektiğine sürekli olarak dikkat çekmeye çalıştık. Bu bağlamda gelen suyun bağımlılık yaratmayacak bir yönetim ve işletme modeli temelinde yapılandırılmasını savunduk. Bugün hükümetin su konusunu getirdiği nokta, tam bir bağımlılık ilişkisini tarif etmektedir. Oysa sağlıklı bir su uzlaşısında yer alması gereken unsurlar bize göre çok açıktır:
1- Kamu-özel ortaklığını en makul çözüm olarak değerlendiriyoruz. Ancak bunun kesinlikle bir tekelleşmeye dönüşmeyecek bir şekilde hayata geçirilmesi gerekir. Yerli şirketlerin anlamlı bir katılım oranı ile sürece dahil edilmeleri güvence altına alınmalıdır.
2- İşi üstlenecek şirketlere yeni istihdam alanları yaratabilmek için belirli oranda KKTC vatandaşı çalıştırma zorunluluğu getirilmesi ve bunun da varılacak uzlaşmada açıkca güvence altına alınması gerekir.
3- İşi üstlenecek şirketlerin vergilerini KKTC’ye vermeleri esas olmalıdır. Bu uzlaşıdan KKTC bütçesine girdi elde edilmesini sağlamak gerekmektedir.
4- Ortaya çıkacak modelde, tüm su kaynaklarının bir bütün olarak ele alınması makul bir yaklaşım olmakla birlikte özellikle yer altı su kaynaklarının ve kuyu açma izinlenin kamunun kontrolünde kalması esas olmalıdır. Aksi halde alternatif su kaynağı kalmayacak olan kamu ve genel anlamda KKTC su açısından tam anlamıyla bağımlı bir yapılanma içerisine girecektir.
5- Kullanılacak olan suyun fiyatının Halkın yararına olması ve ilerleyen dönemde fahiş fiyat uygulamasıyla karşı karşıya kalınmaması için kamunun fiyatın üst limitini belirleme yetkisine sahip olması gerekmektedir.
6- Belediyelerin bu modelde anlamlı bir sorumluluk üstlenmeleri de esas olmalıdır.
Halkın Partisi olarak kuruluş günümüzden bu yana, gerek programımızda gerekse yaptığımız açıklamalarda hükümeti su konusundaki müzakereleri yürütürken bu hususlara özen göstermesi yönünde defalarca uyarmıştık. Kamuoyuna yansıyan son taslak antlaşma metnine bakıldığında bu unsurların neredeyse tümünün tam tersinin yapıldığı, bu noktalara, yani Halkın yararını ilgilendiren noktalara hiç özen gösterilmediği anlaşılmaktadır. Her şeyden önce ortaya çıkan metinde su bütüncül bir biçimde ele alınmakla birlikte suya dair herşey tek bir şirkete verilecek gibi görünmektedir. Sadece Türkiye’den gelecek olan suyun değil, yer altı su kaynaklarından atık suya varıncaya değin tüm kaynakların bir bütünen ele alınması doğru olmakla birlikte, bunların tamamının ve tüm tesislerin bir şirkete verilmesi bu ilişkinin tam bir bağımlılığa dönüştürülmesine neden olacak bir nitelik taşımaktadır. Aynı şirketin hem içme ve kullanma, hem de sulama suyu ihalesinin ikisine birden teklif verebilmesine açıkca imkan yaratılmış olması açıkca tekelleşmeye kapıyı aralamaktadır. Bu türden bir tekelleşme, özellikle ihaleye katılımda tarif edilen genel şartlar nedeniyle yerli şirket katılımının mümkün görünmemesiyle birleştiğinde bu yapılanmadan Kıbrıs Türk ekonomisi ne kazanacak sorusunu da beraberinde getirmektedir.
Gelen suyun işletilmesinde yaratılacak olan model yerli istihdam sağlayabilecekken ve bu konuda KKTC vatandaşları için bir kota konuşulması, müzakere edilmesi gerekirken mevcut metinde bahse konu (muhtemelen de) yabancı şirketin değil yerli istihdam yapması, yurt dışından getireceği yabancı istihdamı için çok ciddi muafiyetler konulmuş olması dikkat çekicidir. Bu açıdan da ülke ekonomisinin ve dolayısıyla halkın herhangi bir şey kazanması söz konusu olamayacaktır. Öte yandan suyun işletmesini üstlenecek olan şirketin bizlerin beklentisi olan ülkeye vergi vererek gelir yaratması tamamen göz ardı edilerek neredeyse tüm vergilerden muafiyet yaratılmış olması dikkat çekicidir.
Belediyelerin oluşacak olan modelde anlamlı bir katılımının gerekli olduğu aşikarken ve bu yönde toplumda da bir beklenti oluşmuşken mevcut metinde belediyelerin adeta figüran konumuna geriletildikleri, yaratılacak olan işletme sistemi dışında “seçme” seçeneklerinin aslında hiç olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bir yandan gelecek olan suyun tarifesinden su satmak zorunda bırakılan öte yandan da satacağı yeraltı su kaynaklarının kontrolünü bütünen yitirecek olan belediyelerin kısa sürede bu sistem içerisine girmeleri adeta zorlanmaktadır. Tüm bunlara alım garantisi konusu da eklendiğinde resim daha da vahim bir hal almaktadır. Bahse konu rakamların altına düşmek istemeyecek olan hükümetlerin, maliyeden para çıkmaması için belediyelere sisteme katılmaları ve bu yolla alım garantisinin yerine getirilmesini güvence altına alma eğilimi içerisinde olmaları söz konusu olacaktır. Geçmişte alım garantisi modellerinin ülkemizi ne kadar zor duruma soktuğu tecrübeyle sabitken, hükümet hangi akla hizmetle bu modeli de mevcut taslak antlaşma metnine dahil etmiştir anlamak mümkün değildir.
Mevcut metne bakıldığında yukarıda kısaca izah edilenlere ilaveten suyun bazı alanlarda (zirai alanların belirlenmesinde) kullanımının planlanmasının bundan böyle KKTC tarafından değil Türkiye ile birlikte ortak karar verilerek yapılacak olması; alım garantisi verilen miktarların ne olduğunun belli olmaması; halihazırda sözleşmeye dayalı olarak özellikle Lefkoşa ve Mağusa Belediyelerinin su konusunda yürüttükleri faaliyetlerin de şirkete devredilecek olması (farklı kaynaklardan finanse edilen bu projelerin de şirkete geçecek olması); ihtiyaç duyulacak olan kamulaştırmaların yapılmasında ülke mevzuatına uygun olmayan farklı bir modelin tarif edilerek ayrıcalıklı bir başka durum yaratılması; bahse konu şirketle ilişkinin sona ermesi halinde tüm bu tesislerin ne şekilde ve kime devredileceğinin taslak metinde cevapsız bırakılmış olması; Belediyelere cirodan verilmesi öngörülen miktardan ilgili belediyelerin vereceği tesislerin kaynağına ve durumuna bakılarak kesinti yapılması (ki pratikte belediyelere hiç bir katkı yapılmaması sonucunu da doğurabilir) ve daha pek çok olumsuz unsur da eklenebilir. Buraya net olmayan, soru işareti içeren ve netleştirilmesi gereken hususlar dahil edilmemiştir. Tüm bu noktalar ülkenin ve halkın yararı açısından çok ciddi soru işaretlerini barındırmaktadır.
Halkın Partisi olarak biz ortaya çıkan bu durumu hükümetin başarısızlığı olarak görüyoruz. Kıbrıs Türkünü bu bölgede dikkate alınacak bir aktöre dönüştürebilecek, KKTC’yi de stratejik ve ekonomik olarak güçlendirebilecek bir unsur niteliği taşıyan suyun bu noktaya getirilmiş olması vatandaş açısından da ciddi bir hayal kırıklığıdır. Ancak antlaşmanın bu metin temelinde akdedilmesi durumunda olası tüm olumlu unsurlar Halk için olumsuza dönecek riskler içermektedir ve gelinen nokta Halkımız açısından da ciddi bir hayal kırıklığıdır. “Toplumun iradesi ve itibarına sahip çıkma” vaadiyle bulundukları makamlara gelen Cumhurbaşkanı’nın ve hükümet yetkililerinin, kendilerini ve Kıbrıs Türk toplumunu özne olarak görmeyen açıklamalarda bulunarak söz konusu metnin kabul edilmesini bir zorunluluk olarak yansıtmaları kaygı vericidir. Kendileri bu toplumu bir özne olarak görmüyor olabilirler, bu kendilerinin sorunudur. Ancak yaptıkları bu türden açıklamalar Kıbrıs Türk halkının iradesini yansıtmamaktadır. Antlaşmanın bu metin temelinde akdedilmesi durumunda olası tüm olumlu unsurlar halk için olumsuza dönecek riskler içermektedir ve gelinen nokta halkımız açısından da ciddi bir hayal kırıklığıdır. Bu taslak metin, henüz onay süreci tamamlanmadığından uluslararası hukuk açısından da bağlayıcılığı olmayan bir metindir. Kaldı ki metnin kendisi, iç hukuk onay süreci tamamlanmadan bağlayıcı olamayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Bu nedenle bu noktadan sonra hükümetin derhal ülkedeki tüm siyasi ve toplumsal paydaşlarla istişare ederek yeniden ve ortaya çıkan bu metin temelinde değil yeni ve dengeli bir metin temelinde oturup müzakere etmeye davet ediyoruz. Siz bunu yapacak kapasiteye ya da cesarete sahip değilseniz, o zaman o koltuklarda oturmayın, bırakın biz yaparız.