Biz müzakere sürecini en baştan samimiyetle destekledik, sonuç alıcı olduğu sürece destek vereceğimizi de vurguladık. 30 Ağustos’ta ve kısa süre önce Sayın Cumhurbaşkanı adadan ayrılmadan kendisine toplamda iki mektup verdik. Sadece eleştirmedik, gördüğümüz riskler konusunda uyardık ve öneri yaptık. Görünen odur ki, bu süreç son 48 yıldır olduğu gibi yine bir sonuca varamadı. Kuşkusuz bunun tespitini Sayın Cumhurbaşkanı’ndan duymak gerekir. Burada sorumlu aramak ya da karşılıklı suçlama oyununa girmektense çok daha sağlıklı bir genel değerlendirme yapmak kaçınılmazdır. Bunu her iki toplumun siyasi elitleri de, toplumun farklı kesimleri de şapkayı önlerine koyarak yapmalıdır.
Bundan sonrasıyla ilgili olarak Sayın Cumhurbaşkanı’nın tek başına karar vermesi hem doğru olmaz hem de sağlıklı, çünkü bu daha farklı bir eşiktir. Müzakereler sonucunda başarıya ulaşılmış olsaydı nihayetinde konu bir referandumla halka sorulacaktı, oysa şimdi bundan sonrasıyla ilgili olarak daha farklı danışma mekanizmalarının devreye konulması gerekiyor. Bize göre Sayın Cumhurbaşkanı bunu herkes ile istişare ederek, toplumsal bir konsensus sonucunda, ona uygun yürümelidir.
Artık her iki toplumun da bu noktada durup bir durum değerlendirmesi yapması gerekir. Sağlıklı bir tartışma platformuna ihtiyaç vardır. Bize göre artık her iki taraf da bu noktada durup “48 yıldır devam eden bu müzakere süreçleri neden başarısız oluyor?” diye sormak zorundadır. Bunun sorulmasını, bunun tartışılmasını istemeyenlerin, her ne olursa olsun müzakereler devam etsin yaklaşımını ortaya koyanların aslında statükonun devamından yana olduklarını, statükonun sorgulanmasını istemedikleri gerçeğini hepimiz görmeliyiz. “Nasıl olursa olsun müzakereler devam etsin, sonuç alıcı olmasa da devam etsin” demek mevcut statükoya yardımcı olmaktır aslında.
Her iki toplumun büyük bir çoğunluğu “federasyon”dan, “iki-kesimlilik”ten, “siyasi eşitlik”ten, “al-ver”den, “ortaklık”tan, hatta “uzlaşı”dan farklı şeyleri anlıyor. İki toplumun büyük çoğunluğu “çözüm” denilen şeyden farklı şeyleri anladığı için çok farklı beklentiler içerisine giriyor, hem çözümden hem de kendi siyasi liderliklerinden. Bu beklentilerin örtüşmediğini, bağdaştırılmasının ise giderek kemikleşmiş algılar nedeniyle daha da zorlaştığını görmek zor değildir. Bununla her iki toplumun da yüzleşmesi gerekir. 48 yıldır her defasında farklı şekillerine tanıklık ettiğimiz bu duruma şaşırmak anlamsızdır. Halkın Partisi, kendi kendimizi yönetmek ve Türkiye ile sağlıklı bir ilişki kurabilmek bağlamında yapılması gerekenleri her aşamada net şekilde ortaya koymaktadır. Kıbrıs Rum tarafıyla kuracağımız ilişkinin nasıl şekillenmesi ve hangi yöne gitmesi gerektiğini bir yandan toplum olarak kendi içimizdeki süreçlerle, diğer yandansa Kıbrıs Rum tarafıyla kurulacak diyalogla şekillendirilmesi en sağlıklı olandır.
Halkın Partisi bu süreçleri en kısa sürede başlatmak için üzerine düşeni yapacak ve toplumun tüm kesimleriyle temaslarını ileriye taşıyacaktır.