Halkın Partisi Girne Milletvekili Erek Çağatay, Kıbrıs meselesini geçmişten bugüne yaşanan tüm gelişmeleriyle değerlendirdi. Çağatay, 50 yıldan fazladır süren görüşmelerde bir ilerleme kaydedilmemesini Rum tarafının hazır olmamasına bağladı. Girne Milletvekili Kıbrıs Türkünün verdiği mücadeleyi şu sözlerle anlattı: “Kıbrıs meselesi 50 yıldan fazladır gündemini her zaman koruyor. Baktığınızda 1968’den beri görüşmeler devam ediyor. Hayatımızdaki en önemli konulardan biridir. Günlük hayatımızda hiç geri plana atmıyoruz. En ufak bir konuda; ‘Kıbrıs meselesini bir çözelim de sorunlarımızı halledelim’ diyoruz. Ne yazık ki hiçbir ilerleme de kaydetmiyoruz. 1963’te hadiselerin yaşandığı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıkıldığı dönemden beridir Kıbrıs Türkü büyük sıkıntılar çekmektedir. 1963’ten 1974’e varoluş mücadelesi yaşamıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nden silah zoruyla atılmış, ambargo altında yaşamıştır. Tabii ki kendi hak ve menfaatlerinden de bir adım geri atmayarak kendi iradesini her zaman ortaya koyarak self determinasyon hakkını çiğnetmeyerek büyük mücadeleler sonrasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni de ilan etmiş ve bir devlet çatısı altında kendi kendini yönetmiştir. Uluslararası camia, ne yazıktır ki Kıbrıs Rum tarafını tüm Kıbrıs’ın yönetimi olarak tanımakta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımamaktadır. İşte biz bu ambargoları, bu izolasyonu, doğrudan ticareti, doğrudan uçuşları, insanımızın sıkıntılı durumunu ortadan kaldırmak adına görüşmelere 68’den beri devam ediyoruz.”
Son dönemde BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs sorunu için atadığı Geçici Özel Danışman Jane Holl Lute’un girişimleriyle başlayan hareketliliği de değerlendiren Erek Çağatay, “Bu hareketlilik ne derece sonuç odaklıdır ona bakmak lazım. Bizim için önemli olan bu noktadan sonra Halkın Partisi olarak sonuç odaklı görüşmelerin gerçekleştirilmesidir” dedi.
“Rum tarafı, kabul ettiği BM parametrelerinden de geri adım atıyor”
50 yıldan fazladır federasyon görüşüldüğünü söyleyen Çağatay, 2017 yılında Crans-Montana’da süreç çöktüğünü, Rum tarafının anladığı federasyon tanımının bizden farklı olduğunun ortada olduğunu belirtti. HP Girne Milletvekili sözlerine şöyle devam etti: “Rum tarafı farklı bir zihniyettedir. Bizi azınlık olarak görüyor. Bizim bunu kabul etmemiz mümkün değil. Biz bugüne kadar siyasi eşitliği savunduk, egemen halktan biri olduğumuzu her zaman söyledik. Sayın Cumhurbaşkanımız da bunları söylüyor; ‘Bir federasyon olacaksa, kararlara etkin katılımımız olmadan bir anlaşma mümkün değildir. Dönüşümlü başkanlık olmadan bir anlaşma mümkün olamaz’ şeklinde hep altını çizerek belirtiyor. Gelin görün ki; daha önce dönüşümlü başkanlık, siyasi eşitlik gibi BM parametresi diyerek anlaştığımız noktalarda dahi Rum tarafı şu an geri adım atmaktadır. Geçtiğimiz günlerde Rum Lider, gevşek federasyon, desantralizasyon gibi bir görüş attı ortaya. Bunun ne olduğunu anlamaya çalıştık hep beraber. Bir baktık ki; o federasyondaki her parça devlet kendini ilgilendiren konuları ele alacak ve o konularda kararı o parça devlet verecek. Doğu Akdeniz’deki doğalgaz hidrokarbon konusunun ise Rum tarafını ilgilendireceğini, Kıbrıs Türk tarafının bu konuda söz sahibi olamayacağını belirtiyorlar. Bizde kafa karışıklığı yok. Kıbrıs Türk tarafı olarak bir fedaral çatı altında birleşmenin ne demek olduğunu biliyoruz. Federasyon; zenginliği ve yönetimi paylaşmaktan başka bir şey değildir. Peki zenginliği ve yönetimi Rum tarafı bizimle paylaşmaya hazır mı? Doğalgaz hidrokarbon konusu benim konumdur, masaya bile getirmem diyen bir Rum tarafı var. Masaya bu konuyu getirmezsen, masaya oturup federasyon konusunu görüşemeyeceğimiz anlamına gelir. Halkın Partisi olarak eğer görüşmeler başlayacaksa sonuç odaklı olması gerektiğini söylüyoruz. Sadece Halkın Partisi değil, Kıbrıs Türk tarafı söyler ve Türkiye de bunu destekliyor.”
“Rumlar masaya oturuyor, görüşüyormuş gibi yapıyor”
Rum tarafının, Kıbrıs Türk halkının da hakkı olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni gasp ederek; gerek ekonomik gerekse siyasi ve sosyal her konuda Kıbrıs Türk halkının haklarının üzerine basarak dünyayla kucaklaştığını ifade eden Çağatay, Rum tarafının bu konforu bozmak istemediğine işaret etti. HP Milletvekili; “Bu konforlu ortamını bozmak istemiyor. Görüşme masasına oturuyor, görüşüyormuş gibi yapıyor ama bir sonuç elde edilmiyor. Her zaman görüşmeleri yokuşa sürüyor. 1986’da Perez de Cuellar önerilerinden tutun da BM Genel Sekreteri Butros Gali’nin Gali fikirler dizisi ve en nihayetinde 2004’te Annan Planı’na kadar bu böyle devam etti. Ete kemiğe bürünmüş eşzamanlı referandumlarda Kıbrıs meselesini kapsamlı bir şekilde çözmek adına Kıbrıs Türk tarafı %65 evet demiş, Rum tarafı da ezici bir çoğunlukla hayır demiştir. Çözüme çok yaklaştığımız söylenmiştir ama referandumlardan dolayı böyle bir yorum yapılıyor. Aslından Rum tarafı hiç yaklaşmış değil. %75 hayırla karşımıza çıktılar. Tabii maalesef uluslararası camia da bunun zeminini hazırlıyor. Uluslararası camia Rum tarafını, tüm Kıbrıs’ın hükümeti gibi kabul ettiği müddetçe Rumlar bu konforlu ortamını devam ettirecektir. Bizimle zenginliği ve yönetimi paylaşma niyeti olmayacaktır diye düşünüyoruz.” dedi.
“Federasyon statükoya alet ediliyor, farklı modeller konuşma zamanı gelmiştir”
Erek Çağatay tüm bu durum değerlendirildiğinde, artık federasyonun bu statükoya alet olduğunu düşündüklerini ve masada farklı modelleri konuşmanın zamanının geldiğini ifade etti. Çağatay sözlerine şöyle devam etti: “Kıbrıs Türk halkının masada kaybedecek bir zamanı yoktur. Bir 50 yıl daha ‘Oturalım görüşelim bakalım. Bu defa Rumlar ne isteyecek’ deme lüksümüz yoktur. Biz de uluslararası camiayla kucaklaşmak istiyoruz. Biz de kültürel, sosyal, sportif alanlarda dünyayla birlikte hareket etmek istiyoruz. Kıbrıs Türk halkının böyle bir insani talebi vardır. Uluslararası camia bunu artık görmezlikten gelemez. Biz bunu bıkmadan, usanmadan, her platformda anlatmak durumundayız. İkili görüşmelerde, konferanslarda, her zaman Kıbrıs Türk halkının bu haklı talebini dile getirmek zorundayız. Tabii ki uluslararası camianın Rum tarafını çözüme zorlaması gerektiğini de düşünüyoruz. 2004’te ‘Annan Planı’na hayır derse Rumlar AB üyesi olmayacaktır’ diye bir şart koşulsaydı, yaklaşım farklı olabilirdi. Bu örnekler günümüze ışık tutuyor.”
“Umut kapısını açık tutmak için kısır döngüden kurtulmak şarttır”
Bugün de benzer bir durumla karşı karşıya olduğumuzu savunan Erek Çağatay, uluslararası camianın doğalgazla ilgili Rum tarafının girişimlerine destek olmak yerine uyarıcı olması gerektiğini ifade etti. Cumhurbaşkanlığı’nın Dışişleri Bakanlığı’yla işbirliği içinde, doğalgaz ve sondaj çalışmalarına ilişkin bir öneri hazırlayıp ve Rum tarafına verdiğini hatırlatan Çağatay, nihai noktada doğalgazın piyasalara ulaştırılmasıyla ilgili de “işbirliği” çağrısı yapıldığını belirtti: “En kısa yol olan Türkiye üzerinden doğalgazın pazarlara ulaşması, ekonomik akıl noktasında ortak buluşulabilecek bir zemindir diye de düşünülmüştür ama Rum tarafı ayak diremekten vazgeçmemiştir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Sayın Cumhurbaşkanı’nın Rum lidere yaptığı son öneriyi takdire şayan bulmuştur ve övücü bir mektup yazmıştır Cumhurbaşkanı’na. Biliyorsunuz 2011’de Sayın Eroğlu Cumhurbaşkanı, Sayın Kudret Özersay da müzakereci, özel temsilciydi; o dönemde bir teklif yapılmıştı: ‘Gelin görüşmeler devam ederken doğalgaz arama işini erteleyelim. Kapsamlı çözüme ulaşalım. Ondan sonra varılacak çözümle birlikte yeni oluşumla hareket ederiz. Yok çözüm hemen şimdi ulaşabileceğimiz bir nokta değilse, bir komite kuralım.’ Nihayetinde 2019’da da bu öneriyi sunmuştur Kıbrıs Türk tarafı. Paylaşmaya hazırdır, her zaman elini Rum yönetimine uzatmıştır. 2017’de Crans-Montana’da çökmüş müzakerelerden ders almazsak, ‘sadece ve sadece tek çözüm federasyondur’ dersek aynı şekilde oturup bekleyeceğiz ve kaybeden yine biz olacağız. Diplomaside çaresiz olmamanız, farklı seçenekleri değerlendirmeniz lazım. Umut kapısını ve gelecekte amaçladığınız çözüm ortamını yakalayabilmeniz için kısır döngünün içinden kendinizi kurtarmanız gerekir. Bunu diplomasiyle yaparsınız. Diplomasi farklı yolları size gösterir. 1977-1979 Doruk Anlaşmaları’yla birlikte federasyon Kıbrıs Türk tarafının öne sürdüğü bir tez kabul edilmiştir. Fakat bu federasyon tanımını Rum tarafının yanlış değerlendirdiğini, sizi azınlık pozisyonuna sokacak bir formata yönlendirdiğini görüyorsanız o zaman buradan kurtulmanız lazım. Bu durumdan kurtulmanız, Kıbrıs’ı kurtarmanız demektir. Kıbrıs’ın bu çözümsüzlükten kurtarmanız demektir.”
“Çok uluslu petrol şirketleri kendi çıkarı için çözümü desteklemeli”
Rum tarafının farklı bir tutum içine girdiğini göstermesinin sinyalinin, doğalgazla ilgili sunulan teklifimizi kabul etmeleri olacağını söyleyen HP Girne Milletvekili, Rum tarafının kendi teklifini geri çekmesinin de şart olduğunu belirtti: “Rum lider Anastasiadis’in son yaptığı teklif bize azınlık haklarını verdiklerini gösteriyor. Çünkü bir mekanizma oluşturulacak ve bize ‘bilgilendirme’ yapılacak. 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken uluslararası anlaşmalarda bizi ‘siyasi eşit ortaktan biri’ olarak tanımlar. Yani her konuda bizim etkin katılımımızı gerektiriyor. Rum tarafı ruhsatlandırma için uluslararası şirketlerle işbirliği halindedir. Bizim burada herhangi bir söz hakkımız oldu mu? Bu anlaşmaların altına imza attığımız görüldü mü? Hayır. Madem biz egemen eşitlerden biriyiz o zaman bana sadece bildirim yapılmayacak, kararlar alınırken bizim de söz sahibi olmamız, ‘evet’ dememiz gerekiyor. Aslında bu şekilde uluslararası hukuk da çiğnenmiş oluyor. Rum tarafı da dahil olmak üzere, Kıbrıslı Türkler bu kaynaklardan yararlanma hakkını teslim ediyorlar. Ada üzerinde yaşayan herkesin yeraltı kaynaklarında hakkı vardır. Madem hakkımızı herkes teslim ediyor, uluslararası hukuk bunu emrediyor; o zaman nasıl oluyor da Rum tarafı bizim siyasi eşitliğimizi bir kenara atıp petrol şirketleriyle ilişki içine giriyor? Petrol şirketleri de uluslararası hukuku doğru anlamalı, Kıbrıs Türkünün söz sahibi olduğunu kavramalı ve ileride iş ticarete döndüğünde hukuk karşısında sorun yaşayacağını bilmelidir. Çok uluslu petrol şirketleri de kendi çıkarları için ya Kıbrıs meselesinin bir an önce çözülmesini isteyecekler ya da Kıbrıslı Türklerin rıza gösterdiği bir anlaşma yapacaklar. Bu noktada onların da Rum tarafına baskı uygulamaları gerekir. Doğalgazın farklı bir ayağı daha var. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Doğu Akdeniz’de en uzun sahile sahip ülkedir. Rum tarafının ilan ettiği münhasır ekonomik bölge, Türkiye’nin kıta sahanlığını bazı yerlerde işgal etmiş durumdadır. Parsellere baktığınızda Türkiye’nin de hakkı vardır. Yapılan, başta 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Anlaşması’na da terstir. Uluslararası Adalet Divanı’nda buna benzer kararlar alınmıştır. Gelinen ortak payda şudur: Belli bir deniz alanında anlaşma söz konusu değilse, herhangi bir anlaşma olmadan girişim olacaksa hakkaniyete dayalı olmalıdır. İki tarafın da hakları eşittir. Türkiye’nin de kıta sahanlığı içinde arama, sondaj hakkı vardır. Bu konuların yapıcı şekilde ele alınmasını istiyoruz, her zaman olduğu gibi dostane yaklaşıyoruz.”
“45 yıldır kapalı bir bölgenin ele alınması ezberbozan bir adımdır”
Maraş’ta daha önce envanter çalışmaları yapıldı ama geçen süre nedeniyle güncel duruma bakılmalıdır. Kapalı bir bölgedir, inşaatlar çürüyor, binalar yıpranıyor. Altyapı incelenmelidir. Nasıl bir çalışma yapılacağı ona göre belirlenecektir. Binalarla ilgili son durum nedir? Ayrıntılı bir rapor çıkarılacak. Daha sonra hükümetimiz atılacak adımları belirleyecek. Maraş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yönetiminde belki kademeli olarak eski sakinlerine açılabilir. 45 yıldır kapalı olan bir bölgenin ele alınması takdir edilecek, ezber bozan bir adımdır.